Yatağa tok
karınla girmenin büyük bir hata olduğunu söyleyip dururlar. Peki neden? Bütün
günün yorgunluğu belki biraz iş yada okul stresi derken nasıl bizim biraz
dinlenmeye ihtiyacımız varsa vücudumuz da dinlenmek istiyor ve gece yediğimiz
her şey sindirim sistemimize ekstra yorgunluk veriyor.
Kısacası meğer biz uyurken, vücudumuz kendini fena
halde yoruyor, sindirim sistemimiz de normalde olduğundan daha çok çalışıyormuş.
Üstelik gece belli bir miktarın üzerinde yemek yiyince uykuya dalmada zorluk
yaşıyor ve sabahları yeterince acıkmıyoruz da. Her gece ekstra alınan 300
kalorinin yılda 10 kg'ya mal olacağı da söylenenler arasında. Uyumadan önce
spor yapmak da önerilmiyor bu sebeple. Her ne kadar tahmin etmesi zor olmasada
yatmadan 3 saat önce yemek yemeyi bırakmamız öneriliyor. Aşağıda da özellikle
gece yemememiz gerekenlerin listesi var:
Ben evlendiğimden
beri gece yemelerimiz yüzünden maalesef bir kaç kilo aldım. Eşimin cips ve kola tekliflerini geri çevirdiğim henüz pek görülmedi ama güzel bir film yada dizinin yanında mevsim yeşillikli lays, pringles, patlamış mısır yada buz gibi bir koladan daha güzel ne olabilir.
Film izlemenin en keyifli yolu
Hiç tasvip etmiyorum
Evet, bizi yedikçe mutlu edecek ve büyük ihtimalle yedikten sonra pişmanlık duyacağımız gece atıştırmalarının en kıymetlilerinin neler olabileceği ile ilgili alternatif bir liste hazırlamış
bulunmaktayım:
Söz konusu olan “yesek bir dert
yemesek başka dert” gibi bir durum ama sanırım en güzeli akşam 8’den sonra bir
şey yememek için kendimizi tutmalıyız. Sabah düz bir karınla uyandığımız anı
düşünmek işe yarayabilir belki.
Yukarıdakileri sık sık yemedikten sonra neden olmasın
"Bir
intikam yolculuğuna çıkmadan önce iki mezar kaz"
Çinli filozof Konfüçyüs’ün
yukarıdaki sözüyle başlayan ve başrol oyuncusunun sade güzelliği, hırslı ve oldukça haklı planlarıyla seyirciyi etkileyen bir dizi “Revenge”.
Revenge Ekibi
Pembe dizi
kıvamında olsa da aynı zamanda merak uyandırıcı ve 3. sezonu görecek kadar da
popüler. Zaten Türk versiyonu olan “İntikam”’ın çekilme sebebi de bu popülarite
olsa gerek. Yapımcılar Aşk-ı Memnu ile yakalanan kitlenin İntikam dizisini de
seveceğini düşünmüş de olabilir.
Türk dizi
izleyicilerini çekecek entrika, güzel ve zengin insanlar, biraz daha az zengin
ama daha iyi insanlar, güzel ev ve arabalar, kaliteli restoranlar, giyim zevki... Bunların hepsi bu senaryonun içinde var. Dolayısıyla uyarlanması oldukça mantıklı.
Emily VanCamp ve Beren Saat
Tüm dolaplarda bulunması gereken o minik siyah elbiselerden biriyle Emily VanCamp
Elle dergisi Style Award töreninde Beren Saat
Türk versiyonunu
biraz ağır olduğu için fazla izleyemesem de yabancı versiyonunun özellikle ilk
sezonu kayda değer. Diziyi sevebilmek için senaryodaki ufak mantık
hatalarını gözardı etmek ve Emily VanCamp’in
başta insana soğuk gelen zamanla ‘ne masum ama aynı zamanda ne cevval kızmış bu’
dedirten yapısına alışmak gerekiyor sanırım. Benim için dizinin en güzel yanlarından biri de dizideki tüm evlerin özenle dekore edilmiş olması. Özellikle Emily'nin evindeki stil göz kamaştırıcı.
Emily'nin sahildeki evi
Orjinalindeki sonsuzluk kere sonsuzluk işareti mükemmel
Üzerinde yazılar olan bu koltuk dizide Victoria'ya ait
Böyle bir mutfakta yemek yapmayı kim istemez
Sonuç olarak bu hikaye klasik intikam hikayelerinden biraz farklı. İntikam alınan daimi bir yenilgiye uğramazken, intikam alan da her zaman aynı hırsta ve kusursuzlukta hareket etmiyor. İyi seyirler...
“Nothing
inspires forgiveness quite like revenge.”
Günümüz akımlarının en popüler
olanlarından ve merak uyandıranlarından biri ile ilgili yazmak istiyorum.
Aslında 1940’larda ortaya çıkmış bir akım olsa da 2000’li yılların ortalarında farklı bir yorumla tekrar ortaya çıktı ve bir nevi küllerinden doğdu.
Modaya uymamanın moda olduğu bir tarz diyebiliriz, hipster akımı için. Geri dönüşüme inanan, alternatif kalmaya özen gösteren, retro olan her şeye bayılan, yabancı kelime kullanmayı seven, britpop, indie müzik zevkine sahip ve fotoğraf çekmeyi biraz abartan bir stil bahsettiğimiz.
Ben de hipster gibi giyinmek istiyorum derseniz.
Kabarık saçları ve kalın çerçeveli gözlükleriyle Zooey Deschanel'de ünlü hipster'lardan
Kemik gözlükler ve fotoğraf sevgisi en ünlü göstergeler
Her ne kadar bu stili takip edenleri etrafta görünce biraz garipsiyor olsak da ortak yanlarımız ne kadar çok. Zaten unutmayın bir hipster asla hipster olduğunu kabul etmez.
Her şeye ulaşmanın daha kolay olduğu
günümüz koşullarında, insanların çoğunda büyük bir tatminsizlik hissi hakim
değil mi? İlginç yöntemler bularak varolanı daha güzel hale getirmek biraz da hipster
olmak ile ilgili aslında. Ortaya çıkan yöntemlerden biri de “mash-up” ve bu
aslında hipster olmanın hiçbir alt yapısı olmayan sadece yüzeysel, dış
görünüşle ve giyim tarzı ile alakalı olduğunu iddia edenleri yanıltabilir.
Karıştır, birleştir ve çok daha ilginç, yeni bir ürün yarat... Ürün dediğime
bakmayın, bunu müzik, giyim, programlama ve film gibi her şey de
uygulayabiliyoruz. Aşağıda iki Adele şarkısının müthiş bir mash up'ı yer alıyor.
Ben balıkları oldum olası çok severim.
Yani mesele sadece onları yemek değil.
Onların geçtiği şiirleri, şarkıları, filmleri, en çok da içinde yaşadıkları
denizi severim. “The man stands between life and death. The man thinks... The
fish is mute, expressionless. The fish doesn't think, because the fish knows
everything. The fish knows everything.” diyen
Emir Kusturica gibi düşünüyorum sanırım.
Şimdi ise sadece hangi balık hangi dönem de
nasıl yenirse daha leziz olur onu aktarmak istiyorum. Bildiğimiz gibi
mineraller, vitaminler açısından çok zengin olan balıklar çoğu zaman kırmızı
etten daha uygun fiyatlara alınabilen, insana enerji veren hatta boy uzatan ve kan
yapan müthiş lezzetli canlılar.
Ocak:
Hamsi: Her türlü yiyebileceğimiz bir
dönemindedir kendisi.
Barbun-Tekir: Kışın bu soğuk günlerinde
sadece tavasını öneriyorum.
Uskumru: Ocak ayının sonuna kadar
ızgarası ve tavası leziz olur.
Kırlangıç ve Mezgit: Bu ay haşlamasını
yapabileceğiniz en lezzetli balıklar.
Şubat:
Levrek
ve gelincik harici diğer balıkların yumurtlama zamanıdır.
Kefal: Yumurtalı olmakla beraber yenmesi
mümkün. Bu arada ben de hep merak ederdim kefalin durumunu. Şöyle ki sadece
tatlı su balığı değilmiş tuzlu suda da olurmuş kendileri.
Levrek: Yağlı olduğu bir dönemdir, ızgara
yapılabilir, yanına patates, soğan, domates dilimleri eklenip fırına da
verilebilir.
Gelincik: Kalori konusunda sıkıntı yaşamıyorsak özellikle tavasını öneririm. Yada yanında yediklerimize dikkat ederiz olur biter.
Mart:
Kefal: Yağlıdır ve yumurtalıdır.
Levrek: Pişirmeye uygun.
Gelincik ve barbun: Kızartma yapabiliriz, mısır ununu öneriyorum.
Nisan:
Tüm balıklarımızın haşlanmasının daha iyi
sonuçlar vereceği bir ay. Balık
çorbasına da denemeden hayır demeyin derim. En azından suyunu içmelisiniz.
Mayıs:
Kalkan: Yağlanmaya başlamıştır, pişirmeye
başlayabiliriz, yöntemi bize kalmış. Ben ızgara tercih ederim, hafif zeytinyağı
ve karabiber yeterli olacaktır.
Karagöz: Doğru zamanıdır, neden olmasın?
Yenebilir.
Pisi Balığı: Yağlı ve leziz olduğu bir
dönemdir.
Haziran:
Barbun: Olgunlaşmaya başlamıştır ve ızgarası harika olacaktır.
Tekir: Artık yağlandığı için her türlü
pişirmeye hazır.
Levrek: Tavası yapılırsa iyi olacaktır,
yanında haşlanmış patates öneriyorum.
Temmuz:
Lüfer: Izgarası leziz oluyor bu ay.
Dil balığı: Her ne kadar Kasım- Şubat ayları arası daha leziz olsa da büyük balık sevdam olduğu için öneriyorum. Fırında yapılması en iyisi.
Ağustos:
Izgara olarak; barbun, tekir, lüfer, kofana
en iyi seçimdir.
Haşlama olarak ise tüm balıklarımız leziz
sonuçlar verecektir.
Eylül:
Izgara olarak; barbun, lüfer, kofana,
tekir, kılıç tercih edilir.
Palamut, barbun, tekir, lüfer en iyi ve
lezzetli dönemindedir.
Kasım-Aralık:
Hamsi, hamsi, hamsi demek istiyorum. Ne
olsa pek çok çeşit yemekte kullanabiliriz.
Kısacası balık her vakit yenebilecek
müthiş bir şeydir. Leziz sonuçlar vermesi için her balığın bir dönemi olduğunu
unutmamalıyız elbette. Yanında mezesi, sebzesi, rakısı, rokası, beyaz şarabı, helvası...
Tabi ki tercihe bırakıyorum. Bu sırada belirtmeliyim ki balığın yanında ayran
içilmeyeceğinin ya da yoğurt yenilmeyeceğinin söylenme sebebi de zararlı oldukları için
değildir. Yoğurt türevi bir şey yediğimizde zehirlenme belirtileri daha çabuk
belli olur o kadar. Balığımızı yerken Asfalt Dünya' dan aşağıdaki şarkıyı dinleyebiliriz biraz ironik olsa da.
Her
ne kadar günümüz çocukları arasında eski popularitesini korumasada Barbie
bebekler süslü kıyafetleri, uyumlu aksesuarları ve özenle yapılmış yüz ve vücut
yapılarıyla yıllardır pekçok küçüğün hayatını etkilemiştir. Küçük yaşlardayken bebeklerle
oynamak her ne kadar sağlıklı ve normal olsa da Barbie bebeklerin gerçek bir
insanın sahip olamayacağı ölçülerde yapılmış olmaları ve çocukları aşırı zayıf
olmaya ittikleri aynı zamanda ilk Barbie bebeklerinde görünen muhafazakar yaşantının(!) da çocukları yanlış etkilediği iddia edilmiştir.
Benim
çocukken dikkatimi çeken ise Barbie bebeklerin oldukça tek tip olmasıydı. Yine
de gerek elbise dikerek gerekse ev eşyaları edinerek renklendirilmesi mümkün
bir dünyaydı Barbie bebeklerin bizlere sağladığı. Çeşitli Barbie bebeklerin
olduğunu, tek tipleşmenin biraz dönem biraz da ülkemiz koşullarıyla ilgili
olduğunu araştırmalarım sonucu anladım. Hatta Barbie bebekleri almanın, onlarla
oynamanın sadece çocuklara ait bir durum olmadığını da öğrenmiş bulunuyorum.
The Blonds Blond Gold Barbie Doll
http://www.barbiecollector.com/shop/browse/whats_newgibi
siteler Barbie bebek kolleksiyonerleri için birebir. Ben en çok “Dolls of the
World” kısmındaki tarzı sevdim. Acaba "Turkish Barbie" yapılsaydı, nasıl
giysileri olurdu?
“Ben
varken ölüm yok, ölüm varken ben yokum, o halde korkacak ne var?”
Birini
düşünün sevdiği kızla evlenmesine 2 hafta kalan, upuzun boyuyla, sesi, pozitif
duruşu ve oyunculuğu dünya çapında gençleri etkileyen... Cory Monteith aşırı
doz uyuşturucu yüzünden öldü. Üstelik tam da tedavi görüyor ve kendisini
evliliğe hazırlıyorken. İnsana çok acıklı ve çok düşündürücü geliyor. Bu kadar yakın mı gerçekten? Müzikal bir dizide oynayan
ve sesiyle, yaşatmak istediği ruh haline bizi kolayca sokan biriydi o. Ne güzel bir çiftlerdi her şeyden önce.
Glee
dizisinin sadece ilk sezonlarını izlemiş olsam da Cory ve Lea arasındaki uyum
şahaneydi. Sesleri birbirine inanılmaz yakışıyordu ve aynı zamanda birbirine bu
kadar zıt iki karakter arasındaki liseli aşk herkese çok doğal ve sempatik
gelmişti. Finn’ siz bir Rachel nasıl olur kafamda hiç canlandıramadım.
Ayrıca
“Glee” dizisi sayesinde pekçok eski ve değerli şarkıyı öğrenme ve dinleme
fırsatı da bulduk. Hatta düğünümde ilk dans şarkımız Glee dizisinden Lea Michele
ve Jonathan Groff’un söylediği “Hello”’ydu. İşin en acı yanı da dizide iki
aşığı canlandıran Lea ve Cory’ nin gerçek hayatta da yıllardır sevgili olması
ve eğer Cory ölmemiş olsaydı şuan evli olacak olmaları.
Lea’
nın katıldığı bir ödül töreninde aldığı ödülü Cory’ e ithaf etmesi ve söyledikleri
insanı gerçekten duygulandırıyor. “Cory will forever be in my heart” diyerek çok güzel anlatmış duygularını Lea,
tıpkı dizide canlandırdığı güçlü karakter Rachel’ ın yapacağı gibi.
J.D.Salinger’ ın nadide romanı olan “Çavdar Tarlasında Çocuklar" benim favorim kitaplarımdan
biridir. Hatta üniversite günlerime kadar en sevdiğim kitap deyip
geçebiliyordum ama insan yaşlandıkça “en” leri seçme konusunda o kadar da
aceleci olmuyor.
Asla
bir ergenin büyüme sancıları denip geçilemeyecek; aylaklığı, hayalkırıklığını,
önemserken önemsemez gibi davranmayı, pembe yalanları ve en çok da yalnızlığı
çok içten anlatan bir roman. Romanı her okuduğunuzda farklı bir şey hissedebiliyorsunuz,
bu Salinger’ ın oldukça birikimli, müthiş duyarlı ve çok boyutlu bir yazar
olmasından kaynaklanıyor. Kitabın konuşurcasına yazılmış olması onu oldukça
ulaşılabilir kılarken, başından geçenleri anlatan Holden’ ın bu denli
açıksözlü, yer yer acımasız ve bazen de kaderci olması insanı irkiltebiliyor. Kitapta
altı çizilesi öyle çok cümle var ki tekrar tekrar okumak bu yüzden de
gerekiyor. Benim hayatla ilgili hep inandığım bir şey olan, insan mecbur
kalınca her şeyin üstesinden gelir mantığı yazar tarafından “Bir işi yapmadan
önce nasıl bilebiliriz onu yapıp yapamayacağımızı” olarak ne güzel özetleniyor.
“The
Catcher In the Rye” hakkında hazırlanan detaylı bir okul projesi olan videoyu
da eklemeden duramam. Ama ileride filmi çekilirse Holden’a hayat
kazandırmasını isteyeceğim karakter “Açlık Oyunları”’ nda oynayan Josh Hutcherson
olur. Türkiye için ise şuan “Güneşi Beklerken” dizisinde oynayan Kerem Bursin
olabilir.
Kitapla
ilgili en ilginç şeylerden biri de böyle etkileyici bir yazım dilinin günümüzde
bile, kimse tarafından Salinger kadar iyi şekilde kullanılamıyor oluşu. Günlük
konuşma dilinde yazılmış, bireylerin başlarından geçen maceraları anlatan pek
çok kitap “bestseller” raflarında yerini alırken, “içi boş” kavramı altı
çizilesi bir hal almasaydı keşke.
Maskelerinden
arınmış, aklına eseni yapan ve doğrucu biriyle karşılaşmayalı çok olduysa, mutlaka
öneririm “Çavdar Tarlasında Çocukları”. Sahi kış olunca bu ördekler nereye
gider?
“The
mark of the immature man is that he wants to die nobly for a cause, while the
mark of the mature man is that he wants to live humbly for one.”
“Don’
t ever tell anybody anything. If you do, you start missing everybody.”
Öyle
durumlarla karşılaşırız ki verdiğimiz tepkiler tecrübesizliğimizi açığa
çıkarır. Hepimizin başına gelmiştir. En iyi ihtimalle verdiğimiz tepkiler çocuksu
bulunacaktır, kaçış yok. Peki saf olarak nitelendirilmemizi sağlayacak belki de
fazla kırılgan bulunmamıza yol açacak bu bazı durumlarda ne yapmalı? Aslında bu
durumlarda ne yapılabileceği ile ilgili kesin bir önerim yok ama kendimiz olmaya
devam edip, eleştirilere açık olabiliriz. Ayrıca NAİF diye nitelendirilmek
dünyanın sonu olmasa gerek. Üstelik kulağa oldukça romantik gelen bir kelime
değil mi? Sanırım bu özelliğe de diğer pek çoğu gibi gereğinden fazla sahip
olmadığımız sürece sorun yok.
Naif
kelimesi dilimize fransızcadan (naïve) geçen pek çok kelimeden biri. Siz bakmayın
TDK’ daki ilk anlamının “saf, deneyimsiz” olmasına, günümüzde “kırılgan, iyi
niyetli düşünen ve temiz” anlamlarında kullanılıyor.
Benden
sadece 2 yaş büyük İngiliz Luke Pritchard’ ın yazdığı müthiş şarkı “Naive” de
bu fransızca kelimenin ingilizceye de geçtiğinin ve ne de iyi olduğunun kanıtı.
Her dinleyişte keyif veren, sadece eğlenceli melodisiyle değil aynı zamanda
şiirsel ve gerçek olmayan bir hüznü barındıran sözleriyle de oldukça çekici bir
şarkı.
Luke
P.’ nin adını, The Kooks grubunu duymuş olanların yanı sıra Mischa Barton
sevenler de yakından biliyor aslında. Hala birlikte olup olmadıklarını
bilmemekle beraber The OC’ deki hallerini herkes özlüyor sanırım Mischa B.’ nin.
Her ne kadar benim favorim her zaman Rachel Bilson olsa da insan üzülüyor
zamanın ve bazı hataların insanları ne kadar değiştirdiğini görünce. Bakalım
Türk Marissa’ mız nasıl olacak. Ama “Med Cezir” ismi bana her zaman o çok özel Levent
Yüksel şarkısını hatırlatacak...
İşin
magazinsel boyutunu bir yana bırakırsak The Kooks’ un takip edilesi gruplardan
olduğunu söylemeliyim. Son söz olarak naif olmakta dert edecek bir şey yok,
keşke bazı konularda bazı insanlar hep naif kalabilse. Sanırım olma ihtimali
düşük ve anlaşılması zor bir istek oldu ama naif kelimesi hep hüznü, içtenliği
ve iyi niyeti düşündürtmüştür bana.