En
saygin film festivallerinden Altin Palmiye’nin bu yilki kazanani, odulunu
“Piyano”’nun yonetmeni Jane Campion’in basinda oldugu jurinin degerlendirmesi
sonucu, unlu yonetmen Quentin Tarantino ve guzel oyuncu Uma Thurman’in elinden alan
Nuri Bilge Ceylan oldu. Nuri Bilge Ceylan’in en konuskan filmi olarak anilan “Kis
Uykusu”’na gosterime girer girmez gidenlerdenim. Bize her daim gurur veren
yonetmenimizin yaptigi bu filme gitmemek buyuk bir eksiklik olur diye dusundugum
ve uzun bir film oldugunu okudugum icin mutlaka sinemada izlemek istedim.
Kis Uykusu, elestirel dilini daima koruyarak insanı insana kirici olmaktan hic korkmadan
anlatan etkileyici bir film. Nuri Bilge Ceylan’in onceki filmlerinde oldugu
gibi Kis Uykusu da gorsel bir solen. Yonetmenin fotografciliktan gelmis olmasi
da sahnelerin birer fotograf karesi gibi guzel ve vurucu olmasini sagliyor.
Ozellikle filmin acilisi ve yilki ati ile olan sahne unutulmayacak cinsten. Uzun ama surukleyici diyaloglari ve iyi secilmis oyunculariyla da izlenmeyi, hakkinda dusunulmeyi ve sevilmeyi hakediyor.
Eski
tiyatrocu Aydin (Haluk Bilginer) Kapadokya’da butik bir otel isletmekte ve bir
yandan da yerel bir gazeteye kose yazilari yazmaktadir. Otelde genc esi Nihal
(Melisa Sozen) ve ablasi Necla (Demet Akbag) ile yasayan Aydin’in hedefi uzun
suredir yazmaya calistigi turk tiyatro tarihini anlatan kitabini bitirmektir.
Etrafindakilerin ilgisinin kendisinde olmasini sevdigini anladigimiz elitist kahraminimiz
ne esinin de ne de ablasinin kendisine olan tepkilerinden memnun degildir. Onlar tarafindan basarisiz, kibirli ve korkak bulundugunu dusunen Aydin bu tepkileri haketmedigine inanir. Kendisine ovguler yagdiran bir mektupla yardim isteyen bir ilkokul ogretmenin baslattigi ve sorunlu kiracilari ile esinin yardimsever arkadaslarinin tetikledigi olaylar dizini Aydin'i kendisi ve yasami hakkinda dusunmeye iter. Tabi
bu durumun karsilikli oldugunu ve filmdeki iliskiler konusunda tam bir etki-tepki durumu oldugunu da kisa surede anlariz.
2
yildir ayni evde birbirinden uzak bir sekilde yasayan Nihal ve Aydin birbirlerinin
kisiligiyle ilgili hayal kiriklarina ugrayan, tartismaktan ve sonuc alamamaktan
bikan bir cifttir. Cozumu ayrilikta ve terk etmekte gormeyen Nihal kendini
hayir islerine vermistir. Gelip giden misafirleri, kendisi gibi yardimsever
arkadaslari ve onlar sayesinde giyinen cocuklarin ve sobasi yanan koy okullarinin
dusuncesi onun yegane mutlulugu haline gelmistir. Yardim isleri sayesinde
hayatta bir amaci oldugunu ve ise yaradigini hisseden Nihal’in en buyuk sorunu
ise kendisini ve yaptiklarini kucumsedigini
dusundugu esi Aydin’in hayatina olan mudahaleleridir. Kendi acisindan olaylara
bakan ve hep karsisindakini elestiren Nihal yasadigi olumsuzluklarin yuzde yuz
suclusu olarak esini gorur fakat onu hayatindan cikarma cesaretini yada
kararliligini kendinde bulamadigi icin de kendisini de hirpalar.
Aydin’in
ablasi Necla ise Istanbuldaki esini ve hayatini birakip babaevine, Kapadokya’ya
dondugu icin pisman olmaya baslayan ve hayatindaki tersliklerden korkak buldugu
kardesini suclayan bir yapiya sahiptir. Aydin’i kapasitesini
gerceklestirememekle suclarken onun secimlerini yargilar ve acik bir sekilde
daha iyi bir yerde olabilecekken niye burada bunlari yapiyorsun diye onu
elestirir. Belki de Aydin’i olabilecegi yerde olmamakla ve korkaklikla
suclarken icten ice disiplinsiz ve amacsiz buldugu kendisini de yermektedir. Kardesine
oldugu kadar kendisine karsi da elestirel olan Necla, pek cok dini ogreti de
bahsi gecen “kotuluge karsi iyilik” fikrine saplantilidir. Bu fikirden
yola cikip kendisine zamaninda cok cektirmis olan esine donmeyi bile dusunur.
Film
icin olaylar, uzun suredir kirasini odemedigi icin Aydin Bey’in yardimcisi
tarafindan icraya verilen fakir ailenin ilkokul cagindaki oglunun kindar ve
ciddi bakislari ile beyin arabasina attigi tas ve kirdigi cam ile baslar.
Yardimcidan kacarken suya dusen ve zaturreye yakalanmasindan korkularak evine
birakilan cocuk otel sahibi aile ile evinden cikarilma tehtidi altinda olan
imamin ailesinin hayatlarini birbirine yaklastirir.
Bu kisimlarda Nejat Isler’in
oyunculugu biraz rahatsiz etsede imam Hamdi rolundeki Serhat Mustafa Kiliç ile cocuk oyuncunun sahneleri kurtarmak bir yana ana karakterler kadar bizi
etkiler. Otel musterilerinden biri olan Timur (Mehmet Ali Nuroglu) karakteri de
ozgur olmaya, rahat takilmaya ve hatta dogaclama yasamaya calisirken komik ve
itici duruma dusen hali vakti yerinde genc adam olarak karsimiza cikar ve iyi
bir oyunculuk sergiler. Aydin’in Timur ile gecen diyaloglari sirasinda
hissettiklerini gercekten merak ediyorum; hafif bir ozenme, genclige oykunme mi
yoksa tam tersi kucumseme ve devir degismis hissiyati mi…
Evli
ciftin ve abla-kardesin birbirlerini hirpalarcasina elestiren uzun sureli
tartismalari mukemmel sekillendirilmis. Yonetmenin yillar alan gozlemlerine
dayandigi bariz olan tum bu diyaloglar seyirciyi icine alan ve etkileyen bir
surec yaratmis. Bu etki bende huzun seklinde oldu. Kimseyi suclu bulamadan,
herkesi ve herkesin nedenlerini anlayarak izledigim tum bu tartismalar ertesi
gun bile surecek bir etki birakti bende. Ozellikle Haluk Bilginer’in asmis
oyunculugunun bunda etkisi buyuk. Tiyatroda da izleme sansina kavustugum Haluk
Bilginer gercekten ornek alinmasi ve kiymet verilmesi gereken usta bir oyuncu.
Izlerken
bana kimi zaman “Lafla peynir gemisi yurumez!”
atasozunu hatirlatan film oldukca surukleyici, ogretici ve etkileyici.
Tum bu sebeplerle de bence mutlaka izlenmesi gerekiyor. Iyi seyirler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder