Bugunku yazimin aslinda bir sonu yok, olamaz da. Interneti nasil kullandigimiz cok onemlidir deriz her zaman. Genelde bu cumleyi kurarken amac internette nelerin yasak olmasi gerektigine dikkat cekmek ile ilgilidir. Oysa internette bulabilecegimiz yaratici, faydali ve iyi zaman gecirmemizi saglayacak pek cok sey var ve biz nedense onlardan pek bahsetmeyiz. Kendi favorilerim de dahil olmak uzere, biraz da arastirma yaparak bir tur internet siteleri derlemesi hazirlamak istedim. Basta da dedigim gibi bu yaziyi tamamlanmis olarak gormuyorum. Cunku eminim ki gozden kacirdigim muhtesem internet siteleri vardir. Isinize yarayacagini umuyorum.
Yabanci diller ogrenmek, ogretmek icin bulunmaz bir site:
Internetten alisverisin cok farkli bir boyutu. Sizde kendi urettikleriniz satabilirsiniz. Bir sey almayacak olsaniz bile satilan birbirinden ilginc urunler icin girmek sart.
Karelere tikladikca kendi yarattiginiz muzigi kesfetmek cok eglenceli:
http://tonematrix.audiotool.com/ Online e-dergi mantigina sahip, oldukca guzel yazilar barindiran bir site. Muzik, sinema, kultur, medya gibi pek cok alanda bilgiler mevcut:
http://www.ted.com/ Turkiye'nin ilk kendin yap (DIY) sitesi olduklarini savunan siteyi incelemekte kesinlikle fayda var. Yaraticiliginiz bir anda artabilir:
Picasso'nun resimlerindekine benzer yuzler yapmanin kolay ve keyifli yolu:
http://www.picassohead.com/create.html Imdb.com'un notu daha kit olan hali diyebiliriz. Izlemek istediginiz filmin notuna bakmadan karar vermeyin derim:
Finansal konularda oldukca aciklayici bilgileri basit bir sekilde veren bir site. Kredi almali miyim, maasimi iyi harciyor muyum, butce nasil yapilir, para biriktirmenin yollari, vb... gibi sorularin yanitini bulabilirsiniz:
Blogumun adina tam olarak uyan bir
festival filminden bahsetmek istiyorum. “Frances Ha” uzun
zamandir izledigim en naif seydi. Yalnizlik, issizlik, ait olamama
duygusu ve bekledigini bulamama hissi modern zaman kadini uzerinden
anlatilmis, cok da iyi yapilmis.
2012 yapimi filmin yonetmeni ve
yazari olan Noah Baumbach, cok iyi bir oyuncu olan Jennifer Jason Leigh'in eski esi ve esimle
bayilarak izledigimiz “Madagascar 3” filminin de yazari.
Noah Baumbach ve Jennifer Jason Leigh
Filme de adini veren ana
karakterimiz Frances; 27 yasinda, New York'ta bir ev arkadasi ile
yasayan, dans ederek hayatini kazanan, bagimsiz, biraz daginik ve
cocuksu bir kiz. Ev arkadasi ile universiteden beri cok yakin
arkadaslar hatta o kadar yakinlar ki Frances (Greta Gerwig), ev
arkadasi Sophie (Mickey Sumner) ile kendisinin saclari farkli olan
ayni kisi olduklarini iddia etmekten mutluluk duyuyor. Oysa bana
kalirsa birbirlerinden siyah ile beyaz kadar farklilar. Frances ne
kadar daginiksa Sophie o kadar duzenli, biri ne kadar bagimsiz
ruhluysa digeri o kadar takdir edilme ihtiyacinda ve yalnizliktan
korkmakta. En buyuk sorun ikisinin de icten bir sekilde birbirlerini
cok sevmeleri ve liseden hemen sonra tanistiklari icin birlikte cok
sey paylasmis olmalari. Bunu sorun olarak gorme sebebim ise filmin
ilerleyen dakikalarinda Sophie'nin Frances ile yasadigi evden
ayrilmasi ve Frances ile olan yakin dostlugunu yavas yavas koparmaya
baslamasi.
Sophie ve Frances
Sanki Sophie en cok Frances'a
benzemekten korkuyor. Hic aile kuramamaktan, hayati duzenli
yasamayan, olgunlasmamis biri gibi gorunmekten kaciniyor ama isin
kotusu bu duygularini ne kendisine ne de Frances'a anlatiyor. Tam
olarak neden yaptigini bilmedigi seyleri yapinca da mutsuz olmasi
kacinilmaz hale geliyor. En yakin arkadasina farkettirmeden buyumeye
basliyor ama bir sure birbirlerinden kopmus olmalari onlarin
dostlugunu bozamiyor.
Oysa Frances kendi haliyle harika;
olgunlasmamis, 'undateable', parasiz ve entellektuel. Zaten filmin en
keyifli anlari da Frances'in cocukca mutlu oldugu dakikalar.
Kendisine bir yuva buldugunu hissettiginde sokaklarda dans ederek
kosuyor, en yakin arkadasi onu aradiginda nefes almadan konusuyor ve
evde sigara icince kendisini eski zamanlardaki kotu anneler gibi
hissediyor. Benim filmde gereksiz buldugum sahneler ise Frances'in ailesini ziyarete gittigi kisimlar. Paris bolumu oldukca anlamliyken aile ziyareti filmde dagilmalara yol aciyor.
Mutlu Frances
Filmin bir diger basrol oyuncusu
da benim cok yakin zamanda tanisma sansina kavustugum New York.
Siyah-beyaz bir New York seyrediyoruz film boyunca. Guzel ama
acimasiz bir New York portresine sahit oluyoruz fakat metro
sahnelerine gulmemek imkansiz.
New York Siyah Beyaz
Filmin dostluga, aska ve hayata
oldukca naif bir bakis acisi var. Sonsuz bir saflik ve buyuk bir
inancla hareket eden, bazen istemedigi kararlar alip yoluna huzunle
devam eden modern ve bagimsiz Frances goze hep cok sevimli ve catlak
gorunuyor.
Frances, Benji and Lev
Her ne kadar filmin derdinin cok
baska oldugunu anlamis olsam da keske Benji (Michael Zegen) ile
Frances arasinda guzel bir ask yasanabilseydi. Ben hala Lev'e (Adam
Driver) katiliyorum ve o ikisinin ileride evlenecegini dusunuyorum.
Korku filmlerinin aniden calan bangir bangir muziklerle izleyenleri
yerinden ziplatmasi adettendir. Mekan olarak secilen ve daima issiz
yerlerde bulunan devasa evler hep perilidir. Makyaj ve bilgisayar
hileleri ile yaratilmis korkutucu hayaletler, gecmiste aci seyler
yasamis ve ruhu arafta kalmis insanlara aittir. Genellemeler bir kac
korku filmi izleyen herkese asina gelse de onlarin olmasi bir filmi
siradan yada vasat yapmayabilir. Hele de film gercek bir hikayeden
uyarlandiysa...
Size bahsedecegim “The Conjuring” tam olarak boyle bir film. Pek
cok gerilim-korku filmi klisesine yer vermesine ragmen beklentileri
fazlasiyla karsiliyor. Hem kullanilan isik ve yaratilan ortam, hem
de muzikler ve oyunculuklar sasirtici derecede iyi.
Filmin yonetmeni ozellikle “Saw/Testere” ve basarili seri
“Insidous” ile tanidigimiz James Wan. 36 yasindaki genc yonetmen
kendine bu alanda gercekten iyi bir kariyer insaa ediyor. Bakalim hic
bitmeyecek gibi gorunen “Fast and Furious” serisinin 7. filmine
kendinden bir seyler katabilecek mi?
Filmin Yonetmeni James Wan
Sehrin pahaliligindan, gurultusunden ve oradaki evlerinin
kucuklugunden kacip geldiklerini tahmin ettigimiz kalabalik ve
sevimli aile buyuk umutlar ile tum paralarini issiz bir yerde
bulduklari, buyuk ve eski bir eve yatirirlar. Sadik ve tatli
kopekleri eve girmeyi ilk gunden kabul etmez ve sabah uyandiklarinda
onu olu bulurlar. Cocuklarin uyuma sorunlari, nereden geldigini
cozemedikleri sesler, kokular, evin onunde olu bulduklari kuslar ve
ardarda yasanan garip olaylar derken aile yeni evlerinde bir sorun
oldugundan suphelenmeye baslar. Evin babasi Roger'in (Ron Livingston)
evde olmadigi bir gece bes cocuk annesi Carolyn'in (Lili Taylor)
basina olmadik isler gelir ve epey korkan Carolyn, evin sorununu
anlar. Bunun uzerine paranormal olaylar uzerine arastirmalar yapan ve
seytan cikarma, evleri kotu ruhlardan arindirma ile ilgili seminerler
duzenleyen Lorraine ve Ed Warren ciftinden yardim istemeye gider.
Lorraine (Vera Farmiga) ruhlari hissedebilen hatta gorebilen biriyken
esi Ed (Patrick Wilson) daha cok isin bilimsel ve dini yani ile
ilgilenmektedir. Peki kendileri de sorunlar icinde olan, mesleklerine
saygi duyulmadigini hisseden, kizlarini ve birbirlerini korumaya
calisan bu cift kalabalik ailemizi kurtarabilir mi?
Kalabalik ve Mutlu Perron Ailesi
Beni filme en cok baglayan ve olacaklara karsi ciddi merak duymami
saglayan da Lorraine ve Ed karakterleri oldu. Mukemmel oyuncular
tarafindan oynandigi yada gercek hayattan karakterler oldugu icin mi
bilmiyorum ama onlar gercekten filmin en guclu yanlari. Birbirine
muthis yakisan bir cift olmuslar ve filmi surukleyici kilmislar.
Lorraine - Ed Warren
Ayrica filmde yaratilan retro havanin gerek kiyafetler gerekse
dekorlar ile cok basarili yansitildigini dusunuyorum. Ikinci sefer
sirf bu gozle filmi izlemek gerekiyor diyebilirim hatta, gerilip
korkmadan. Filmde pek coklari gibi benim de abartili buldugum ise
katoliklige olan abartili gondermeler. Seytan cikarma konusuna
girildigi zaman bu gondermelerin sart oldugunu anlamakla beraber en
azindan ailenin bu kadar cok cocugu olmasaydi diye dusunmeden
edemedim.
Seytan Cikarma Ayini
Gerci tum cocuklar o kadar tatliydi ki anlayisla da
karsiladim. Ozellikle daha once Twilight serisinde rol almis, 13
yasinda bir melek olan Mackenzie Foy dikkate sayandi. Ileride cok
basarili bir oyuncu olacagina eminim.
Ailenin Guzel Kizi - Mackenzie Foy
Sizi iyice korkutacak, yerinizden defalarca ziplatacak, kliseler ile
bezeli ama ayni zamanda merak uyandirici ve sapka cikartacaginiz
kalitede oyunculuklarla dolu bir film gormek isterseniz mutlaka bir
sans verin derim.
Avrupa'nin butun unlu baskentlerinden bir seyler almis bunyesine. Devasa gokdelenleri, herkesin ozgurce dolastigi parklari, bol
isikli gozalici reklam panolari, gunler oncesinden rezervasyon
yapmadan gidilmesi mumkun olmayan mekanlari, michelin yildizli
restoranlari, girmesi zor ve pahali universiteleri, kalabalik
sokaklari, tasarim markalari, unlu sokak saticilari, en guzel
eserleri toplamis muzeleri, geleneksel pazarlari, minik evlere zor
sigan renkli hayatlari... New York, cok fazla yere benzeyip
bambaska bir yer olmayi basarabildigi icin bu kadar ozel belki de.
Brooklyn Koprusu
Brooklyn ve Manhattan adalari arasinda bulunan, yapimi 14 yil suren,
yaya ve bisiklet trafigine de acik olan Brooklyn Koprusu
uzerinde yurumek, sehre gidenlerin yapmasi gereken en guzel
aktivitelerden biri. Yaya olarak ayak bastiginiz yer bir sure boyunca
aralikli tahtalardan olusmakta ve koprunun alt kisminda arabalar
giderken bir yandan tedirgin olup bir yandan da sehri izlemek cok
keyifli. Ozellikle sirtinizi Brooklyn'e donunce karsiniza cikan
Manhattan manzarasi buyuleyici. 100 yasini gecmis olan koprunun, o
donemin sartlarinda nasil yapildigini gosteren metal tabakalari
okumak, hemen yaninizdan gecen bisikletlere ve aniden durup fotograf
cekenlere karsi da dikkatli olmak elzem. Bizim gittigimiz donemde
koprunun bakim insaati suruyordu. Iscileri o kadar yuksekte
calisirken gormek insani gercekten korkutuyor. Meger zaten koprunun
yapimi asamasinda yasanan talihsiz kazalarin coklugu, koprunun
senelerce lanetli olarak anilmasina sebep olmus.
High Line New York
Sehre yukaridan bakma sansina kavustugunuz her yeni yerde bu sefer
tam gordum New York'u derken bir kere daha baska bir acidan gorup
sasiriyorsunuz. Farkli acilardan New York'u gormenizi saglayacak
yerlerden biri de High Line. 1.6 km uzunlugundaki bu dogrusal
yesil alan, eskiden tren raylarinin gectigi yol kullanilarak bugunku
haline getirilmis. Yerden oldukca yukarida ve binalarin arasinda olan
bu orjinal park uzerinde ufak tefek yeme-icme yerleri, yemyesil
bitkiler, rengarenk cicekler ve tahta sezlonglar mevcut. Sansimiza
bizim gittigimiz gun hava cok gunesliydi ve tabi biz de sezlong
keyfini kacirmadik. Sehrin epey bir kismini High Line da yuruyerek
gormek ve guzel fotograflar cekmek mumkun. Kimi bolgesinde sadece
gokdelenleri kimi bolgesinde denizi gordugunuz bu parkta yurumek ayri
bir eglence, yani basinizda duran tren raylari da isin orjinalligini
vurguluyor.
Chelsea Market
Bizim bu yaratici parka gecis yapmadan once gittigimiz yer ise tam
anlamiyla sahaneydi. Chelsea Market, adindan da belli olacagi
uzere, Chelsea bolgesinde kapali alandaki bir tur pazar. Yemek
bolumleri inanilmaz cesitli, tasarim kiyafet/taki/ayakkabi ve
yaratici sanat eserleri de bolca bulunuyor pazarda. Biz burada
kahvaltimizi yapip, sevdiklerimize hediyeler aldik. Ustelik cadilar
bayramina yakin gittigimiz icin pazar cok guzel suslenmisti ve bal
kabaklari her yerdeydi. Ama acikcasi adi pazar olunca insan satilan
urunlerin uygun fiyatli olmasini bekliyor ki bize pek oyle gelmedi.
Gotham
Bahsetmek istedigim yerlerden biri de “New York'taki En Iyi
Amerikan Restoranlari” listesinin daimi uyesi olan Gotham Bar
and Grill. Her zaman, gittigim sehirlerde en azindan bir kere
bile olsa oraya ozgu yemekler yapan iyi bir restorana gidilmeli diye
dusunuyorum. Bu iyi restorani tespit etmek genelde zor ve gitmek
masrafli olsa bile bazen gercekten degiyor. Gotham boyle bir
restoran. Onceden rezervasyon yaptirmanin sart oldugu, genelde
insanlarin ozenli giyinerek gittigi, guzel bir caddede bulunan havali
bir mekan. Ulkemizde boyle havali gorunen yerlerin aksine Gotham'in
ici gercekten oldukca sade dosenmis ama menusu tam aksine iddiali.
Biz ogle yemegine gittigimiz icin giris, ana yemek ve tatlidan olusan
bir ogle menusu sectik. Ben 'sonbahar sebze corbasi' olarak
adlandirdiklari corbalarini ve 'izgara sigir fileto'larini denedim.
Tatli olarak da 'gotham cikolatali kek'i tercih ettim. Isimleri
geregi gayet sade duran yemekler gerek sunum sekilleri gerek farkli
aromalariyla beni benden aldi. Sanirim uzun bir sure daha onlar gibi
fileto yapmayi deneyecegim. Yalniz uyarmam gerekir ki porsiyonlari
benim icin yeterliyken pek cok insana ufak gelebilir. Restoranin
pozitif yanlarindan biri de servis tarziydi, geregince ilgili
davranan calisanlari oldukca kibar ve ozenliydi. Kendinizi iyi ve
rahat hissettiginiz, yaratici sos ve taze baharatlarla
tatlandirilmis, sunumu hos ve en onemlisi leziz yemekler icin herkese
onerebilecegim bir restoran.
Times Meydani
Yemegimizi de yedigimize gore yine tum filmlerde gordugumuz, her daim
kalabalik ve isil isil olan Times Square'dan bahsedebilirim.
Meydana bu isim 'The New York Times' merkezini buraya
tasidiktan sonra verilmis. Reklam tabelalarinin neon isiklari
sayesinde geceleri bile aydinlik olan bir yer burasi. Digital panolar
degisip durur, saticilar ellerindeki hediyelik esyalari satmaya
calisirken etrafinizdan sel halinde renk renk, cesit cesit insanlar
gecip duruyor. O kadar kalabalik ki ortada meydan denecek bir alan
oldugunu farketmek bile zor. Gunduz gozune gorunce insan tanimakta
zorlansa ve gece oldugu kadar etkileyici bulmasa bile mutlaka bir
yilbasinda orada olup meshur isikli topun inisini seyretmek istiyor.
Ve farkediyorum ki pek cok insan icin New York imaji ne yazikki
sadece bu meydandan olusuyor. Bir de buradaki dukkanlar genelde
gereksiz yere pahali hatirlatmakta fayda olabilir.
New York Public Library
New York'un sadece parklardan, devasa gokdelenlerden yada modern
binalardan olustugu yanilgisina dusmenizi onlemek adina mimarlik
harikasi, icleri ayri dislari ayri guzel iki binadan bahsetmeliyim.
New York Halk Kutuphanesi, 1895 yilinda kurulmus inanilmaz bir
mimari eser, ozellikle binanin icinde basinizi saga-sola cevirince
yada yukari kaldirinca muhtesem sanat eserlerine rastliyorsunuz. Ici
o kadar buyuk ve o kadar cok merdivenle dolu ki kafanizin karismamasi
imkansiz, 3. kattaki okuma salonuna mutlaka goz atmalisiniz, fotograf
cekmek de cogu alaninda serbest. En guzel kismi delicesine yuksek
olan tavani sanirim, cok ferah bir his doluyor insanin icine. Binanin
disinda da tarihi basamaklar ve unlu Bryant Park var ki fazla
soze gerek yok.
Grand Central Terminal
Ikinci binamiz ise 100 yasini gecen Grand Central Terminal, kikendisi dunyanin en unlu tren istasyonlarindan biri. Tavanindaki
etkileyici gokkube cizimi bir yana insan terminalden iceri girer
girmez kendisini zamanda geriye gitmis gibi hissediyor. Kalabalik ve
buyuleyici bir istasyon.
Sex and The City
Bu kadar guzelligin arasinda New York'ta yapilmasi gereken en guzel
seylerden biri de sokaklarinda bos bos gezmek hatta mumkunse
kaybolmak. Uzun sureli gidecek olanlar bu islemi bisiklet ile de
yapabilirler. Her bir sokagi birbirinden farkli, renkli sehir artik
eskisi gibi tehlikeli de degil. Ozellikle de hava aydinlikken
caddelerinde haritalara bakmadan yurumenin keyfi baska. Tabi 5th
ve 7th Avenue'daki magazalari da ziyaret etmek
gerekli. Victoria's Secret, Century 21, Macy's, Barney's,
Bloomingdale's, TJ Maxx gibi magazalari da gorulesi.
I love New York
New York'u tam anlamiyla gezmek icin cok daha fazla gune ihtiyac var
aslinda. Yapacak oyle cok sey, gorecek ve gezecek oyle cok yer var
ki. Ayrilmanin gercekten zor oldugu, kendini kolayca sevdiren bir
sehir New York.
Bunun disinda onerebilecegim yerler -ozet halinde-:
Magnolia
Bakery:
Cupcake yada 'Sex and the City' dizisi sevenlerinin mutlaka duymus
oldugu unlu bir West Village pastanesi. Cupcake'leri gercekten
gorundukleri kadar lezzetli ve pudinglerini de denemek sart.
http://www.magnoliabakery.com/
Sushi
Yasuda:
Sushi sevenlere onerebilecegim, ozellikle ogle yemeklerinde uygun set
menuleri bulunan elit bir japon restorani. Hemen onunuzde japon
ustalarinin sushilerinizi hazirlayisini izlemek oldukca keyifli.
http://www.sushiyasuda.com/information.html
Essex
Market: Fiyat
bakimindan oldukca uygun olan kapali bir pazar alani. Taze sebze ve
meyvelerin envai cesidini bulmak mumkun. Her ulkeden -ozellikle
Italya- Amerika'ya goc eden insanlarin kendi lezzetlerini yasattigi
pazarda kucuk bir yunan cafesi de bulunuyor.
http://www.essexstreetmarket.com/
Caffe
Reggio:
Italyan mutfagindan leziz tatlar icin tercih edilecek bir mekan.
Ozellikle tiramisu gibi orjinali Italyan olan tatlilari, kahveleri ve
krepleri unlu. http://www.cafereggio.com/
“If I can make it there, I'll make it anywhere. It's up to you New
York, New York”